6 Şubat 2016 Cumartesi

3 farklı dil, yemyeşil başkent: Brüksel.

Eğer uzun sürecek ve çoklu bir seyahat gerçekleştirecekseniz, hareketli geçen bir kaç günün ardından dinlenebileceğiniz bir destinasyon seçmek fazlasıyla önem taşıyor. Aksi takdirde vücutta direnç kaybı, hava değişimi ve yorgunluğa bağlı hastalıkların baş göstermesi ve tatilinizin zehir olması büyük bir olasılık olarak karşınızda duruyor. Amsterdam'da geçen hareketli haftasonunun ardından Avrupa Birliği'nin başkenti kabul edilen ve Washington'dan sonra dünyanın en yeşil ikinci başkenti Brüksel bu enerjiyi toplamak için en ideal şehirdi. Amsterdam'dan arabayla yola koyulup, biraz dinlenerek - uyuyarak ve kahvaltı yaparak Brüksel'in yolunu tuttuk. İş nedeniyle Yasin'in geri dönmesi gerekiyordu ve bundan sonra seyahatin geri kalanı tek başıma olacaktı..

Fazlasıyla uzun süren ve eğlenceli geçen Pazar gecesinin ardından sabahın ilk saatlerinde Amsterdam'da gözlerimizi açtık ve arabayla yola koyulduk. Rota belli: Brüksel. Bu yolculuk sırasında da hem benzin alacağımız, hem dinleneceğimiz hem de birşeyler yiyebileceğimiz bir yer arıyoruz. Yol kenarında bir park istasyonu bulduk, hem araca yakıt aldık hem de kendimize bir yakıt ikmali yaptık. Can güvenliği önemli diyerek uykusuz veya akşamdan kalma bir şekilde yola devam etmemek için önce birşeyler atıştırdık ve ardından arabada yaklaşık 1 saat uyuduk. O uyku sanki asırlar sürdü, inanılmaz derecede dinç - kendinde ve enerjik bir şekilde uyanarak yola devam ettik. Araçla uzun yolda gidiyorsanız, mutlak suretle dinlenmek zorundasınız. Aksi takdirde bir anlık hata çok büyük sonuçlara sebebiyet verebilir, hele ki yağışlı havalarda.. Avrupa'da yazın ortasında bile olsanız yağmur her an karşınıza çıkabiliyor, özellikle bu kıtanın kuzeyinde kabul edilen Almanya - Hollanda - Belçika gibi ülkelerdeyseniz. Amsterdam'da ufaktan çiseleyen yağmur, yolun devam eden bölümünde zaman zaman kendisini aydınlık bir havaya bırakırken büyük bir bölümünü sağanak tarzı yağmurla devam ettirdi. Brüksel seyahatini dinlenmek ve Paris öncesi güzel bir şehirde bir kaç gün geçirmek olarak planlamıştım ancak bu yağmur biraz tadımı kaçırmıştı. Yağmurda yürümeyi severim elbet ancak yeni bir şehir keşfediyor, yürüyorsanız yağmur işi biraz sıkıntılı oluyor. Brüksel'in merkezi olarak kabul edilen Grand Palace'a bir iki dakikalık yürüme mesafesinde bulunan hostelime Yasin bıraktı ve sonrasında iş nedeniyle dönmek zorunda olduğu Berlin'e doğru yol aldı.

KORKMA, TEK ÇIK: HOSTEL ARKADAŞLIĞI
Yol yorgunluğundan hostele kendimi attığımda odada kimse yoktu. 10 - 13 arası güzel bir uyku, duş ve traş. Sonrasında şehri keşfetmeye hazırım.. Haritalar, ajandalar açıldı. "Nereyi göreceğim, nereye gideceğim?" temalı sorulara cevaplar yazıldı ve harita üzerinde hepsi işaretlendi. Sonuç? Here we go! Bu arada hostel konusunu bir kere açıp - kapatayım diyorum. Hostelde kalmanın en güzel yanı yeni arkadaşlarla tanışmak, onlarla birlikte zaman geçirmek. Avrupa seyahatlerimde sosyal medya hesaplarım Süper Lig'e yeni çıkmış Anadolu takımı kıvamında oluyor. Her gün birisi ekliyor/ekleniyordu. Bunun en güzel yanı, tek çıksanız bile arkadaş edindiğiniz zaman şehri birlikte keşfediyorsunuz. Yeni tanıştığınız birisiyle kafanız uyuşmadığında, kırılmaca - gücenmece veya gerginlik olmadan "Arkadaşımla buluşacağım." diyerek tek başınıza devam ediyor veya onun gözünden şehri beraber keşfedebiliyorsunuz. Farklı bakış açıları, farklı noktalar her zaman güzeldir. Benim yaptığım bu aslında.. Tek gezen başka seyahatseverler ile birlikte yol haritası çıkartmak, eğer uygun geliyorsa birlikte hareket etmek. Kurulan yeni arkadaşlıklar, size o destinasyonda hatıraların birikmesini sağlıyor. Benim bu destinasyondaki oda arkadaşım tek başına seyahat eden 18 yaşındaki Kanadalı Bailey-Smith oldu. Brüksel özel bir şehir. Şehrin sokaklarında 3 dil konuşuluyor, Fransızca - Almanca ve Flemenkçe. İngilizce bilen sayısı neredeyse ülke nüfusuna eşit, bu nedenle sokaklarda müthiş bir kültür karmaşası var. Yanınızda yürüyen birisi telefonda Fransızca konuşurken, arkanızda iki genç kendi arasında Flemenkçe konuşuyor veya karşı kaldırımda bir başkası yanındakiyle Almanca konuşuyor. Her ne kadar sokakta konuşulan dil (son istatistiklere göre bu oran %73) Fransızca olsa da, resmi dil Fransızca ve Flemenkçe. Avrupa'nın başkenti kabul ediliyor ancak hepsinden ziyade kaliteli - şık ve özel bir şehir. Avrupa Birliği'nin burada bulunmasının da ekmeğini yiyorlar ve kuşkusuz caddeleriyle olsun, meydanlarıyla olsun, kendisine has - özgün bir havası var.

MÜZELER, PARKLAR VE AVRUPA BİRLİĞİ..
Brüksel yazının başında da söylediğim gibi, Washington'dan sonra dünyanın en çok yeşil alana sahip başkenti olarak göze çarpıyor. Avrupa Birliği'nin başkenti olmasından ziyade benim için bu özelliği daha çok ilgi çekici geliyor. İstanbul gibi 15 milyonlu bir şehirden, kendisine bağlı tüm bölgeleri ve beldeleriyle birlikte toplamda 1,5 milyon nüfuslu bir şehir elbette sessiz - sakin olarak tanımlanabilir. Birkaç yüzyıl önce bataklığın kurutulması sonucu ortaya çıkmış bir şehirdir. Adı bataklığın içindeki yerleşim yeri anlamına gelir. AB'nin en temel 3 kurumu olan AB Komisyonu - Bakanlar Komisyonu ve Parlamentosu üçlüsünün ilk ikisine (Komisyon ve Bakanlar Kurulu) ev sahipliği yapan Brüksel, üçüncü temel yürütme organı olan Parlamento'ya da Strazburg ile birlikte ev sahipliği yapıyor. AB'nin yanı sıra NATO'nun da merkezinin burada olduğunu söylemek mümkün. Bu kapsamda Avrupa'nın başkenti, yönetim merkezi olarak kabul edilen bu sevimli şehir için Avrupa'nın en düzenli, özenli, demokrat, cumhuriyetçi ve özgür şehri olarak karşımıza çıkıyor.

Bir çırpıda Brüksel'de gezilecek yerleri saymak gerekiyorsa şu şekilde sıralayabiliriz;
Gotik ve Rönesans mimarisinin bir arada kullanıldığı St. Catherine Kilisesi, 13. yüzyıldan kalma St. Michel Katedrali ve Notre Dame du Sablon Kilisesi, Ortaçağdan günümüze tüm görkemini koruyarak Brüksel’in can alıcı merkezi olan Grand Place, tarihi binaları - lüks mağazaları ve antika dükkanlarıyla tam bir keşif noktası olan Place du Grand Sablon, Avrupa’nın en geniş yapısı olan ve müthiş ihtişamıyla göz kamaştıran Adalet Sarayı, neo-klasik bir yapıya sahip olan Kraliyet Sarayı, Napolyon tarafından yaptırılan ve halen aktif olarak kullanıldığı için sadece önünde fotoğraf çekinmekle yetinebildiğim Borsa Binası, Avrupa Birliği dâhilinde olan önemli binaların 1:25 ölçeğinde minyatürlerinin yer aldığı Mini Avrupa, hem yetişkinler hem de çocuklar için hazırlanmış olan Autoworld, bir demir kristalinin milyarlarca kez büyütülmüş halini simgeleyen Atomium, müthiş bir görsel peyzaja sahip olan ve benim hayranlıkla şehri izlediğim park olan Mort der Arts, halen amacını anlamadığım ve tamamen zaman kaybı olarak değerlendirdiğim Mannekan Pis, 19.yüzyılda inşaa edilen "herkes için herşey" mottosuyla açılan alışveriş pasajı Galeri Royal ve şehrin her tarafında bulunan onlarca park! 

1) Yürüyerek şehri keşfedebilirsiniz!
Fransızca ve Flemenkçe'nin resmi dil olduğu, Almanca ve İngilizce'nin yandan kaynak yaptığı Brüksel'de gezilecek yerler birarada ve içiçe olduğundan şehri yürüyerek gezmeniz mümkün. Ulaşım konusunda ise metro her yere gidiyor gibi görünüyor, her ne kadar kaldığım süre boyunca hiç binmesem bile!

2) Parklarda oturun, zaman geçirin!
Forêt des Soigne, Bois de la Cambre, Parc du Cinquantenaire, Atomium'a ev sahipliği yapan Heysel Parkı, Kraliyet Sarayı'nın hemen karşısında yer alan Parc de Bruxelles gezilmesi gereken en önemli parklar arasında yer alıyor. Daha doğrusu parkta gezilmez, zaman geçirilir ve dinlenilir. Doğal - yapay göletler, park boyunca uzanan mini heykeller, tarihi hikayeler ve sessiz - sakin - huzurlu bir kaç saat. İstanbul'da ihtiyacımız olan ancak arayıp bulamadığımız, şehir dışına kaçtığımız herşey Brüksel'in başkentinin göbeğinde. Bizde olsa, birilerinin yıkıp AVM yapacağı binlerce metrekare alandan bahsediyorum. Alın elinize kahvenizi veya soğuk içeceğinizi.. Keyfinize bakın.

3) Waffle, truffle, çikolata.. Brüksel'e hoşgeldiniz!
Çikolatanın anavatanına hoşgeldiniz. Türkiye'deki waffle'ları çok sevmem, üzeri çok kalabalık ve pasta porsiyonu mantığında satılıyor ancak Brüksel'de yediğim waffle efsaneler arasında yerini alıyor. Mevzu basit. Şekerli bir krep ekmeği, üzerine Nutella ve arzu ederseniz çeşitli meyveler. Benim tercihim nutella üzeri çilek oldu ancak Bailey kombo yapıp üzerine bir de muz koydurmuştu. Sadece nutella koydurduğunuz zaman 1 Euro, her bir meyve için 0,5 Euro ekleme yapıyorlar. Doyuruyor, enerji veriyor ve şehri keşfederken elinizde keyifle yiyebiliyorsunuz. Grand Palace'den ana caddeye doğru yürürken sağlı sollu dükkanlarda çikolata satıcılarını göreceksiniz. Gözünüze hangisini kestirirseniz artık, ki bu meydanın ana amacı alışveriş yapılması olduğundan çok güzel indirimlere denk gelebiliyorsunuz. Örneğin, 5 kutu truffle - 2 kutu çikolata gibi bir hediye paketini 10 Euro'ya satın almıştım. Yaklaşık 1kg'luk Nutella'yı da 4 Euro bedelle alıp yola devam etmiştim.

Gün içerisinde şehri yürüyerek gezerken elimizde patates kızartması, üzerinde özel bir sos veya mayonez - ketçap eklentileriyle birlikte öğünü geçiştirebiliyorsunuz. Mekanı işleten abinin Türk olmasıyla ufak bir şoka uğradım. Sırt çantamda GSaray logosu olunca, garsonun "Abim hoşgeldin" cümlesiye minik bir şok geçirdim. Gördüğünüz üzere, bu boyutlarda bir patates kızartmasının değeri 2 Euro seviyesinde ve sizi fazlasıyla idare ediyor. Bailey küçüğünü almıştı, bende orta boyu vardı ve ikimizde bitiremedik. Bir tane orta boy yeterdi sanırım..  Yemek konusunda da tavuk - patates ve deniz ürünleri ağırlıklı yemekleri mevcut, ki akşam yemeğini meydanda yeme fikrimiz doğrultusunda gözümüzün seçtiğine bir mekana oturmuştuk. Buradaki midyeleri mutlaka deneyin, pişman olmayacaksınız! Midye dolma dışında muazzam çeşitleri var.

Brüksel'de geçen iki gün, bu şehri keşfetmek için fazlasıyla yeterliydi. Hızlı tren aracılığıyla bir sonraki durak Paris olacak ve 2015 yazına ait seyahat planları tamamlanacaktı. Hostelin merkeze yakın olması, Midi'nin merkez istasyonlardan birisi olması ve Thalys'in bu duraktan kalkması.. Paris'te geçirilecek 4 gün öncesinde hafif yağmurlu - Temmuz ayında gömlek & pantalon kombini ile gezdiğim, kapşonlunun sürekli yanımda olduğu 2 gün geçti Brüksel'de. Dinlenerek, huzurlu ve rahat. Çünkü bir sonraki istasyon fazlasıyla yorucu olacaktı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder