20 Eylül 2015 Pazar

Biraz aksiyon, biraz yakın tarih: Belgrad.

Yakın tarihi severim. Gürcistan'da bunun etkilerini yaşamış, Rusya'nın dağılması sonrasında baştan kurulan ve bağımsızlığını ilan eden yeni bir kültürü tanımanın keyfini çıkartmıştım. Yunanistan - İtalya seyahati sonrasında aynı süreçte İstanbul'a en uygun ve o coğrafyaya en yakın bölge Belgrad olmuştu ve yakın tarihi sevmekle birlikte gelen merak sonrasında Roma'nın ardından bir sonraki durak Belgrad olmuştu. Belgrad seyahatim aslında tam bir aksiyon içeren komedi dizilerini andırıyordu.

Belgrad serüvenine başlamadan önce tek başına yurtdışı seyahatlerinde dikkat edilmesi gereken, daha doğrusu insanı zorlayan mental yorgunluktan bahsetmek istiyorum. Uzun süreli bir dönemde yurtdışında tek başına seyahat ediyor ve ülkeler arası geçiş yapıyorsanız fiziki yorgunluk veya kültüren değişimlerden ziyade sizi mental yorgunluk zorluyor. İki gün şehri gezip, bir gün şehirde keyif yaparak geçen dönem hiç kuşkusuz oldukça hareketli geçiyor ve 3.günün sonunda yolculuk yaparak yeni bir ülkeye adapte olmaya çalışıyorsunuz. Bu noktada maalesef çalışan olmak büyük bir handikap ancak maddi yönden çok büyük bir avantaj. Öğrencilik döneminde seyahat eden arkadaşlar olabildiğince keyfini çıkartsınlar, zaman açısından herhangi bir problemleri olmadığı için ancak bizde böyle birşey söz konusu değil. Atina, Selanik, Roma gibi destinasyonların ardından Belgrad şehri, 2014 yılının yazında gerçekleştirdiğim keşif gezilerinin son durağı olmuştu. Belgrad'a ayırdığım 3 günün sonunda eve dönmem gerekiyordu, keza Ramazan Bayramı için evde bekleyenler vardı. Mental yorgunluktan bahsetmişken, sürekli şehir değiştirmek ve o şehri yaşamak, hareket halinde olmak ve yalnız olmak. Her ne kadar tek başına çıktığınızda yeni arkadaşlar ediniyor olsanız da, 10.gün itibariyle "Hadi artık tamam, eve dönelim" moduna geçiyorsunuz veya kendi kendinize konuşmaya başlıyorsunuz.

Roma'da hostelden çıkıp, shuttle bus aracılığıyla Termini'den direkt olarak havalimanına gitmiştim. Yaklaşık 40 dakika süren yolculuk için 4 Euro ödedim, ki bunun detayını paylaşayım. Termini'den yarım saatte bir Ciampino ve Fiumicino'ya otobüsler var. TerraItalia olması lazım ismi, Termini'nin önünden kalkıyor. Wifi ve şarj var, o açıdan yolculuk öncesinde zaman geçirmenize olanak sağlıyor. Ancak ben tercihimi uykudan yana kullandım. EasyJet kullanacağım uçuşlardan birisiydi Roma - Belgrad uçuşu. Havalimanından bahsetmek gerekirse; Leonardo da Vinci Havalimanı ya da Roma Fiumicino Havalimanı olarak ismi geçiyor. Uçağınızın bulunduğu veya kalkacağı terminali iyi bilmeniz gerekiyor, keza terminaller arasında ciddi bir mesafe var. Aksi takdirde zaman kaybı, uçuş öncesinde isteyeceğiniz en son şey! O nedenle siz uçuştan mümkün olduğunca erken gidin, terminalinize ulaşın ve sizi uçağa alacakları kapıda bekleyin. Nacizane tavsiyemdir.. Ciampino'dan gelip, Fiumicino'dan ayrılmakla birlikte Roma'daki iki havalimanını da tecrübe etmiş oldum. Fiumicino Havalimanı'na gelirken pek sahil şeridinden geçtik mi bilmiyorum, keza ben o sırada uyuyordum ancak uçak kalkarken denize doğru yükseldiğimizde içim bir hoş olmadı değil. Roma'dan geçirdiğim 3 gün boyunca inanılmaz bir sıcak ve güneş varken, ayrılışımla birlikte sabah saatlerinde yağmur başlaması, uçağın yükseldiği sırada şimşeklerin çaktığını görmem ve minik havaboşluklarıyla dolu geçen bir uçuş pek eğlenceli olmadı. Bir süre sonra uyku yine ağır bastırmış ve gözler kapanmıştı. Gözümü açtığımda 72 saatliğine keşfetmem gereken Belgrad'a iniş yapmıştık bile..

DİNAR KRALI OLDUĞUNUZ ŞEHİR: BEOGRAD
Tüm dünya Belgrad olarak yazarken, Sırplar bu şehrin adını Beograd olarak yazmayı tercih ediyor. Sırbistan tarihi açısından merak uyandırmasının yanı sıra Kiril Alfabesi ilgi çekici bir detay olarak karşımıza çıkadursun, Osmanlı İmparatorluğu altında yüzyıllarca yaşamış olmaları ve ilk isyan eden ırk olmalarına rağmen aynı zamanda sadık bir millet olmaları nedeniyle Türkler için tam bir kültür geçişi. Yugoslavya'nın dağılmasının ardından Sırbistan özerklik ilan ederken, Belgrad hiç kuşkusuz başkent olmasının yanı sıra turizm ve kültürel etkinlikleriyle de ülkenin gözbebeği. Aynı zamanda ülkenin en büyük basketbol ve futbol takımlarından Kızılyıldız & Partizan'ın bu şehirde olması, her konuda dikkatleri üzerine çekmeyi başarmalarını sağlıyor.

Belgrad Nicola Tesle Havalimanı'na indikten sonra turist infoya giderek haritamı temin ettim. Şehir merkezine, daha doğrusu kalacağım hostele ulaşım konusunda yardım isterken bana tek bir bilgi vermeyi unutmuşlar: Korsan taksiciler! Belgrad seyahati öncesinde bir süre araştırmama rağmen bu taksilerle ilgili herhangi bir bilgi sahibi olmamıştım ancak büyük bir tecrübe edindim. Sırplar an itibariyle EU olmadığı için Euro kullanmıyorlar, Sırp Dinarı ülkede geçen tek para cinsi. 100 Euro'yu önce Sırp dinarına çevirdim, havalimanında. Normal şartlar altında 14bin Sırp dinarı vermeleri gerekirken, 12.500 Dinar aldım. İlk kazığı burada yedik.. Ardından ulaşım konusu bana çok karmaşık geldiğinden ve shuttle bulamadığımdan dolayı taksicinin birisiyle pazarlık yaparak (!?!) 4000 Dinar'a anlaştım. Oysa ki, gideceğim yolun takribi değeri 1500 Dinar'mış. Bunu da havalimanından çıkmadan önce taksi noktasına (White - Taxi Point) giderek bir kart almam gerekiyormuş, bir nevi önödemeli taksi uygulaması. Buradan da ikinci kazığı yedik, ki hostele geldiğimde resepsiyondaki çocuğun "Taksiye ne kadar ödediniz?" sorusunu sormasıyla öğrenmiştim. Yani artık iş işten geçmişti ve daha ilk saatlerde 4000 Sırp dinarı dolandırılmıştım. Euro olarak konuşursak, takribi değeri 30 Euro.

Kalemegdan'a çok yakın The Big Hostel'de konakladım. Konaklama elbette Booking üzerinden, ki bugüne kadar tüm seyahatlerimde kendisini kullanarak Genius statüsüne ulaşmış durumdayım. Daha iyi konaklama şansı, imkanlar, şikayet ve geri dönüşler konusunda bana göre Avrupa'nın en iyi konaklama sitesi. Hostelworld'u denedim ancak nedense ısınamadım bir türlü. Neyse efendim, Belgrad'ın en önemli noktalarından birisi olarak kabul edilen Kalemegdan'ın tam olarak dibinde olan hostele çantayı attıktan sonra resepsiyondan gerekli bilgileri ve etraftaki turist kazıklayan zihniyete dair uyarıları aldıktan sonra Hayvanat Bahçesi'nin içerisinden girip, Kalemegdan ve içerisindeki doğa harikası parkın keyfini çıkartarak Kalemegdan'a doğru tırmanışa geçtim. "Yugoslav ekolü" kalıbını hemen hemen herşeyde duyarız. Özellikle basketbol, voleybol, tenis gibi bizlere göre ikinci - üçüncü sınıf sporlarda özellikle bu ekolün başarılarla dolu geçmişiyle büyüdük. Tabii bunu şu şekilde canlı kanlı yaşamış olduk: Kalemegdan'da yürürken sağlı sollu tenis kortları, badminton alanları, basketbol potaları ve voleybol sahaları.. Muazzam büyük bir park, müthiş bir spor kültürü. Şu kültürü oturtamadık kaosuna kurban olduğum İstanbul'una.. Sonra bizden neden başarılı sporcu yetişmiyor? Yetişmemesinin sebebi her yere bina dikmemizden kaynaklı olabilir mi acaba?

Kalemegdan: Tuna ve Sava Nehri'nin kesiştiği, muazzam bir park alanı ve etkinlik platformu bulunan Kalemegdan hiç kuşkusuz Belgrad'da görülmesi gereken yerler listesinde ilk sırada kendisine yer buluyor. Belgrad'ın en eski yerleşim alanı olarak kabul edilen Kalemegdan'ın ismi bu topraklara Osmanlı İmparatorluğu'nun egemen olduğu dönemlerde Kale Meydanı olarak geçiyormuş. Tarih sayfalarında Kalemegdan'ın fethi sonrasında bu bölgede yaşayan insanların İstanbul'da bugün Belgrad Ormanları olarak bilinen bölgeye gönderildiği, Anadolu'dan çeşitli etnik kökenlerin Belgrad'a istihdam edildiği ve 100binden fazla nüfusa sahip olması nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu'nda sancakbeyliği haline geldiği yer alıyor. Ancak benim için bu tarihi bilgilerin yanı sıra Kalemegdan'ın muazzam manzarası bir tık öne çıktı. Sırt çantamı kafamın altına koyup, uzanıp gökyüzünü ve Tuna & Sava Nehirleri'nin akışını izlerken etkilenmemek elde değil. Bir bira, bir cips ve uzanın. Kalemegdan'ın keyfini çıkartın. Yazının başında mental yorgunluktan bahsetmiştim ya, hani. İşte bu tür anlarda ortaya çıkıyor, yanınızda birisini arıyorsunuz kimi zaman veya sizinle aynı dili konuşan birilerinin olmasını istiyorsunuz. Kalemegdan'a geri dönelim. Gezilecek yerler arasında Defterdar Kapısı, Zindan Kapısı, Despot Stephan Kulesi'nin yanı sıra Kalemegdan'ın içerisinde yer alan Damat Ali Paşa Türbesi'ne de bir uğrayın. Bana göre orman ancak Sırplara göre park olan doğal harikanın içerisinde keyfinize devam edin. Anıt heykelin altında cafe&pub var, nehre karşı keyif yapabilirsiniz veya sokakta 150 Dinar'a satılan biraya bir mekanda 1500 dinar vermek istemiyorsanız Kalemegdan'ın içerisinde bulunan minimarket veya büfelerden alışveriş yaparak kendinizi ödüllendirebilirsiniz.

Knez Mihailova: Kalemegdan'ın ana çıkış kapısından (abi devasa bir yer, nasıl bulacaksınız bilmiyorum ama eğer bulabilirseniz) çıktıktan sonra karşınıza çıkan sokağa dalın. Belgrad'ın en ünlü, en şaşalı ve gösterişli caddesi olan Knez Mihailova'ya hoşgeldiniz. Bir nevi İstiklal Caddesi'ni andırıyor, sağlı sollu alışveriş dükkanları, performans yapan sokak sanatçıları ve hatta keman çalan 10 yaşındaki çocuklar! Bir akşam yemeği yemek veya aperatif birşeyler içmek, insanları seyretmek için Mihailova son derece ideal, burada bulunan mekanlarda rakamların gayet uygun olduğunu söyleyebilirim. Sırbistan'a geliyorsanız mutlaka bir akşam yemeğinde et yemeye çalışın. Kajmak dedikleri özel bir sos var, kremavari. Etleri bu şekilde servis ediyorlar, bayılıyorsunuz! Domuz etine karşı hassasiyetiniz varsa, zaten Türk olduğunuzu garsona iletince onlar size tekrar tekrar soruyorlar veya gerekirse yemeği domuz eti yerine dana etinden yapıyorlar. O konuda da içiniz rahat olsun.

Sırbistan'a geliyorsanız, basketbol bu ülkenin can damarı. Benim oturduğum restaurantta garson üzerimdeki Galatasaray t-shirtini görünce Fenerbahçe diyerek konuya girdi. Minik atışmalardır bunlar, Roma'da görenler o dönem transferi gündemde olan Salih Uçan hakkında fikrimi soruyordu. Ben futboldan sohbet açılacak diye beklerken, garson abinin bir den "Obradovic çok iyi bir coach.." diye cümleye girmesi keyfimi yerine getirdi. Basketbol hakemi olan, TBF'de görev yapan ve maç anlatan bir adama 'basketbol' derseniz oturur sabaha kadar konuşuruz. Obradovic'ten bahsettik, Kızılyıldız & Partizan rekabetinden, Yugoslav basketbolundan Sırbistan'ın son durumuna ve Sırp garsonun ailesinin çok eskiden Istanbul'da yaşadığına kadar uzanan bir konuşma geçti aramızda. Ben hem sohbetten hem de yemekten keyif aldım, kuşkusuz benimle 1 saat muhabbet eden garson halinden memnundu. Hesabı istediğimde biraların yazılmadığını görünce sordum, bozuk Türkçesiyle "Benden çocuk.." dedi. İkimizde gülerek vedalaştık, ben Republica'ya doğru giderken Piccolo'nun konuşkan garsonu Saravic masayı topluyordu.

Skadarlija (Bohemian Quarter): Knez Mihailova her ne kadar şehrin gözbebeği anacadde konumunda olsa da, Skadarlija gerek Arnavut kaldırımları gerekse bohem bir yapısı -ki o yüzden diğer adı Bohemian Quarter- ile dikkatleri üzerine çekiyor. Şehrin en eski sokaklarından birisi olmasının yanı sıra, tarihi dokuyu birebir korumaları ve mimarisi ile son derece etkileyici bir sokak görüntüsü var. Skadarlija biraz daha sokak meyhaneleri, tavernalar mantığında eğlence sunuyor ve fiyatlar tüm mekanların bir tık üzerinde. Sokaktan geçerken sağlı sollu çalan Balkan ezgileri ruhunuza işliyor, bir tek (Rakija) atıp çıkmak istiyorsunuz kimi zaman. İmkan varsa oturup birşeyler içebilirsiniz ancak bu sokağı mutlaka görmekte fayda var.
Republica: Belgrad'ın ana toplanma merkezi desek, yanlış olmaz herhalde. Avrupa'da hemen hemen heryerde karşıma çıkan Cumhuriyet Meydanı burada da beni yalnız bırakmazken, toplanma kültürü heryerde olduğu gibi aynı. Meydanın ortasında Belgrad'ın kurtuluşunda başrol oynamış tarihi isimlerin üzerinde bulunduğu at heykeli, bizim İstiklal Caddesi'nde global buluşma noktası Burger King gibi olmuş. İnsanlar birbirine randevu verirken veya yol tarifi yaparken "Atın sağından git, solundan gir" gibi terimler kullanıyor. Böylesine merkezi bir noktanın hareket hacmini düşünebiliyorsunuzdur. O nedenle eğer günün yorgunluğunu atmak isterseniz, Republica'da herhangi bir mekana oturarak bir kahve içmenizi öneririm.

Aziz Sava Katedrali: Katedral dediğime bakmayın, Köln Katedrali veya Milano'daki Duomo ile boy ölçüşemez. Sırpların kilise veya katedralden ziyade "tapınak" dediği Aziz Sava Katedrali'nin hikayesi de oldukça karışık. Belgrad'da bulunan bir Ortodoks kilisesidir. Kilise, Sırp Ortodoks Kilisesi'nin kurucusu ve Orta Çağ Sırbistan'ında önemli bir kişilik olan Aziz Sava'ya ithaf edilmiştir. Belgrad'da görülmesi gereken yerlerden birisi diyebilirim, oldukça haşmetli ve büyüleyici bir yapı olarak karşıma çıktı. Devasa birşey! Avrupa'nın en büyük 10 kilisesinden birisi olduğuna yönelik bir bilgi var, ne kadar doğru olduğu tartışılır. Şehir merkezinden ziyade biraz daha dışarıda Vracar bölgesinde bulunuyor, Belgrad'ı da şehir panoraması olarak seyredebiliyorsunuz. Aynı bölgede ayrıca Ulusal Kütüphane bulunuyor, hazır Aziz Sava Katedrali'ni gezmişken kütüphaneye de uğrayın. Spor alanında ilgi ne kadar yüksekse, kitap anlamında da ilginin ne kadar büyük olduğunu görün. Yugoslav ekolü bambaşka birşey!

Zemun: Sırbistan'ın başkenti Belgrad'ı aslında üçe ayırabiliriz: Kalemegdan, Novi Belgrad ve Zemun. Gezip görülmesi gereken yerler listesinde ilk sıraları zorlayan Zemun, şehirde bulunan 17 ilçeden birisi ancak sınırları içerisinde barındırdığı nüfusla birlikte ticaretin getirdiği hareketlilikle birlikte şehrin en gelişmiş ilçelerinden birisi durumunda yer alıyor. Novi Belgrad'ın son dönemde biraz daha hareketlendiğini söylüyor Sırp vatandaşlar ancak Zemun'un sınırları içerisinde bulunan Lamartine Anıtı, kiliseler ve üniversite binası gezilmesi gereken yerlerin başında geliyor. Televizyon izleyen, tarihini 2015'te çekilen dizilerden öğrenen bir nesil için Zemun yabancı bir isim değil. Osmanlı İmparatorluğu'nun bu topraklarda fetih seferleri sırasında ilk olarak Zemun'u fethettiğini de belirtelim, dipnot olarak.

Ada Ciganlija: Sava Nehri'nin ortasında bir ada düşünün. Gündüzleri güneşlenip, denize girmenizin yanı sıra bisiklet kiralayarak sağını solunu gezebileceğiniz veya denizde ilgi alanınıza göre su sporları yapabileceğiniz. Geceleri ise tam bir eğlence mekanına dönüşen, beach partilere ev sahipliği yapan, üzerinde yüzen gece kulüplerini barındıran! Belgrad'ın gece hayatı biraz meşhurdur, vizesiz olması ve Sırbistan'ın genel itibariyle ucuz olması nedeniyle yazın Türkler tarafından da ciddi bir rağbet gören Belgrad'ın gece hayatını bir görün derim. Bu anlamda benim kişisel tercihim Usce Köprüsü'nün altındaki yüzen gece kulüplerinden birileri oldu ancak Ada Ciganlija'da aklım kalmadı değil.

Saraylar: İsmini tek tek yazsam, burada olay çıkar. O yüzden hepsini tek bir başlık altında yazmak en mantıklısı. Novi Dvor (Yeni Saray) - Stori Dvor (Eski Saray) ve Beli Dvor (Beyaz Saray) gezilmesi gereken noktalar arasında kendisine yer buluyor. Eski Saray'ın büyük ve güzel bir bahçesi var. Şuan itibariyle Şehir Meclis Binası olarak kullanılıyor ancak vakti zamanında Obrenović Hanedanı'nın ikamet ettiği saray. Belgrad'da şehrin göbeğinde yer alıyor, çok uzaklarda aramanıza gerek yok. Republica'dan yukarıya doğru yürüdüğünüzde, Hotel Moscow'u göreceksiniz. Biraz daha içeriye doğru katederseniz, saray karşınızda.

Yeni Saray ise 1922'den beri kullanımda bulunuyor ve halen aktif olarak saraylığına devam ediyor. Sırbistan Kralı'nın ikamet ettiği sarayın bahçesine girme şansınız yok, en azından ben gittiğimde yoktu.

Beyaz Saray: Neden yapıldığına dair kimsenin fikri yok, Eski Saray ve Yeni Saray varken Sırbistan Kralı I. Aleksandar tarafından kendi birikimleriyle yapılması emredilmiş ve 3 oğlunun kullanımı için inşa edilmiş. Tutmayın küçük enişteyi..

Nikola Tesla Müzesi:  Belgrad özel şehir. Herşey bir kenara, hayatını elektriğe adamış ve ekmeğini bu işten yemiş bir babanın, elektrik mühendisliği kovalayan ve Türkiye'nin en büyük enerji şirketinde çalışan oğlu olarak Nikola Tesla'nın evini ve aynı zamanda müzesini ziyaret etmezsem Belgrad gezisi eksik kalacaktı. Eğer kendisini tanımayan varsa Wikipedia'dan hemen tanıtayım; Nikola Tesla, Sırp kökenli Amerikalı mucit, fizikçi ve elektrofizik uzmanı. Aslında dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla 'kökünden' değiştirebilecek birçok 'kullanılan ve kullanılmayan' deneye/buluşa imza atmıştır.

Tesla ailesi işin doğrusunu söylemek gerekirse, önemli bir işe imza atmış ve dünyanın en büyük fizikçisinin gerek deney araçları, gerekse kişisel eşyalarını korumayı başararak Sırbistan'da adını yaşatmaya devam ediyor. Ancak bir noktada eleştirelim. Ne öyle kuş gibi, sıradan bir bina ve sıradan bir müze? Bu adam dünyanın en büyük bilim adamlarından birisiydi, daha ihtişamlı olabilirdi. 3 tane sarayın olduğu şehirde, milli kahraman Tesla'nın müzesinin böylesine sıradan olması enteresan geldi. Tesla Bobini, Tesla'nın asenkron motorları ve motor aksamları, Philadelphia Deneyi kapsamında kullanılan kablosuz prototip bot, manyetik alan ve akımını gösteren Aragon Deneyi, mektuplar, kişisel eşyalar, diplomalar ve onur belgelerinin yanı sıra Nikola Tesla hayata gözlerini yumduktan sonra cesedinin yakıldığı ve küllerinden oluşan özel bölüm.. Bir elektrikçi, fizikçi olarak etkilenmemek mümkün değil! Pazartesi günleri müze kapalı, öğlen 14:00'e kadar faal durumda.

BONUS: Belgrad Gece Hayatı
İçki ucuz, eğlence ucuz ve Sırbistan müziklerinin yanı sıra Avrupa müzikleriyle birlikte Belgrad'da oldukça hareketli bir gece sizi bekliyor! Knez Mihailova'da tanıştığım ve arkadaşlık kurduğum 2 Türk ile birlikte Belgrad'da eğlenmek istedik. Usce Köprüsü'nün hemen altında bütün nehir boyunca sıralanan gece kulüplerini önce gezelim - görelim istedik, hangisinde eğlencenin dozajı yüksekse ona girmeye karar vermiştik. Öyle de yaptık.. Club Ninety Four isimli bir gece kulübüne girdik ancak girmeye çalışmamız Avrupa'da gerçekleştirdiğim seyahatler sırasında top 5 hikayeden birisi olacak türde.. Biz hem mekanları teftiş ediyor, hem de çeriye girme şartlarını öğrenirken ağırlıklı olarka mekanların takribi 100 - 200 kişilik olduğunu, rezervasyonla alındığı veya turist kazıklama mantığında içeriye girişin 30 Euro olduğu söylenerek önbilgi edindik. Nereye gideceğimiz konusunda hiç bir fikrimiz yokken, kalabalık bir mekanın, nehrin ortasında ışıklarla birlikte dans ettiğini görünce buraya girmemiz gerekiyor diye birbirimize baktık ve kapıya doğru yöneldik. Son derece düzgün bir İngilizce ve tavırla, turist olduğumuzu ve eğlenmek istediğimizi belirttik ancak maalesef rezervasyonumuz olmadığından içeriye girmemizin mümkün olmadığı bilgisini aldık. O sırada yanımdaki arkadaşlardan Cenk, başladı Türkçe sövmeye; İzmir'de bile en kral mekana rezervasyonsuz gidiyoruz, abi bunlar bizi turist zannediyor ve s*kecek adam arıyorlar... Güvenlik noktasıyla aramızdaki mesafe yaklaşık 10 metre ve Cenk adamlara ciddi ciddi sövüyor. Ve efsane diyalogun başladığı, arkamızdan gelen ses:
-Türk müsünüz oğlum siz?
+Evet.
-Nereden geldiniz?
+İstanbul'dan ben geldim, arkadaşlar İzmirli..
-Oğlum en baştan neden söylemediniz, girin içeri!
(yanındaki görevlilere Sırpça birşeyler söyledi ve sarışın bir hatun geldi)
+Hocam içeride sıkıntı olmasın?
-Lan ne sıkıntısı a... koyayım girin içeri eğlenmenize bakın.

Ama ne eğlenmek! Ciddi bir kalabalık, sabahın ilk saatlerine kadar muazzam bir eğlence. Sırp hatunların bir kısmı İngilizce biliyor, büyük bir kısmı ise bilmiyor. Ancak siz insanları rahatsız etmediğiniz ve kendi eğlenmenize baktığınız takdirde, son derece güzel vakit geçiriyorsunuz. 3 kişi ciddi anlamda içerek ve eğlenerek toplamda 10000 dinar seviyesinde para ödediğimizi söyleyebilirim. Rakamların uçuk olmadığını söyleyebilirim. Ki zaten buradan sonra bir detay daha vermek istiyorum. Sırbistan'da gece taksiler x4 falan neredeyse, günü 4 farklı zaman dilimine bölmüşler ve 0-6 arasındaki saatler en pahalı dilime denk geliyor. Aklınız varsa kullanmayın diyeceğim ama gündüz 30 derece olan şehirde gece dolu yağınca ve eğlenmekten hem yorgun, hem de keyfiniz güzelse kullanmama gibi bir şansınız yok! Saatin kronometresiyle eş zamanlı yarışan taksimetre hostelin önünde durduğunda 4250 dinar yazıyordu. Ulan gece kulübüne o kadar ödemedik!

Hostelde yatağa kafayı koyar koymaz uyuyan bir Barış. Yorucu bir gün..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder